7 Şubat 2014 Cuma

Free Birds

Yapım : 2013
Tür: Comedy / Animation / Advanture
İMDb Puanı : 5,7
Queen's Review :  5 / 10

Tuhaf bir konusu olan güzel bir animasyon...

İzlemesi keyifli evet,ancak belli yerlerinde bir parça sıkıldım.Sonlara doğru.Ama güzeldi.Zaten benim bir animasyondan nefret ettiğim görülmemiştir.Neredeyse...

Konusuna geçeyim.
Reggie ve Jake birer hindidir.Jake'e küçüklüğünde görünen 'The Great Turkey' ona asla pes etmemesini ve Reggie adında bir hindi ile 'Thanksgiving' - 'Şkran Günü'nü kurtarmasını söyler.Ve ona bir kapı tokmağı verir.O kapı tokmağı olayını bir şeye bağlamamaları,yani tam anlamıyla,çok saçma olmuş bu arada.
They're Adorable!

Bunu bir hayat amacına dönüştüren Jake,ona The Great Turkey tarafından tarif edilen yerde zaman makinesini bulur ve Reggie'yi de alarak ilk Şükran Gününe doğru yola koyulurlar.

Reggie ise kümesteki tuhaf hindidir.Herkesten daha akıllı oluşu dışlanmasına neden olur.Diğerlerine hep çiftçinin onları kesmek için beslediğini söyler ama kimse ona inanmaz.Bu durumdan sıkılan Reggie bir gün çiftliğe ir helikopter gelmesi üzerine haklı olduğunu kanıtlar.

Ancak kimse onun haklı olmasını umursamaz ve hatta o tehdit sandıkları helikopterdeki insanlara Reggie'yi verirler.Kümesten atıldığında kendini küçük bir kızın elinde bulan Reggie öleceğini düşünür.(O küçük kızın "I'm tired now." deyip uykuya dalması süper komikti.)Ancak aslen kendini USA başkanının kızının kollarında bulmuştur.Ve bir Amerikan geleneği olan 'Pardon Turkey' olarak seçilerek hayatı kurtulur.Gittiği yerde de hayatından çok memnun olan Reggie'yi kaçıran Jake ona planından bahseder.

Yalnızca pizzalarına ve televizyon izlemeye geri dönmek isteyen Reggie ise bu konuda hiç de istekli değildir.Ve açıkçası bu hikayeye de inanmamıştır ve Jake'in deli olduğunu düşünür.Ancaak zaman makinesini bulduklarında (zaman makinesinden çıkmaya çalışan adamın ve onu kurtaran görevlinin camda sürtündüğü sahneye bayılmıştım :D)

Gittikleri yerde onları çok değişik şeyler beklemektedir.Büyük bi ryumurta şeklinde olan uzay aracı STEVE,onlara hem arkadaş olacak ve zaman zaman da hayatlarını kurtaracaktır.Orada yaşayacakları aitlik hissini ve aşkı da unutmamak gerek tabi.

Kısaca hoş bir animasyon.Bazı yerleri size saçma gelebilir,bana geldi açıkçası ama izlenebilir.Boş zamanınız varsa ve canınız animasyon izlemek istiyorsa ve daha iyi tüm animasyonları izlediyseniz keyifle izleyebilirsiniz derim :)



Happy Feet Two


Yapım : 2011
Tür: Comedy / Animation / Family
İMDb Puanı : 5,9
Queen's Review : 10 / 10



Bu animasyonu ilkinden daha çok beğendim aslında.Mumble ve Gloria'nın oğulları Erik çoook tatlı değil mi ama ? :)

<<<<--- Baksanıza şu gözlere :))

Bu eleştiride de serinin ilkine uyup  yorumu sona bırakayım diyorum.
Öyleyse işte konusu...


Mumble ve Gloria'nın bir oğulları olmuştur.Erik.Ancak Erik de tıpkı babasının küçüklüğünde olduğu gibi aileye tam anlamıyla uyum sağlayamıyordur.Yani babası ve artık neredeyse tüm İmparator Penguenleri gibi dans edemiyordur.

Bu konuda çok üzülen Erik,arkadaşları ile uzaklaşır ve Ramon ve diğerlerinin yanına gider.Orada da tıpkı İmmparator Penguenleri'nin şuanki hali gibi ilk filmden beridir epey değişmiştir.

Happy Feet'de boynundaki plastikten kurtulmaya çalışan Lovelace insanların yanından bir arkadaş ile dönmüştür.Sven.Sven bir Atlantic Puffin.Bir kuş.

Ancak bunu herkesten gizleyen Sven,kendini uçabilen bir penguen olarak tanıtır.Ona neredeyse bir tanrı muamelesi yapan Lovelace ve diğerleri ile karşılaşan Erikde onlarla aynı fikre kapılır.Ve Sven'i bir nevi idol haline getirir.Ve uçmak istediğine karar verir.

Oğlunu aramaya çıkan Mumble ise baba olmakla ilgili ciddi sorunlar yaşamaktadır.Oğlu ile tam olarak iletişime geçemediğini düşünen Mumble,Erik'in uçmak istediğini ve o Sven denilen uçan pengueni kendisinden daha çok sevdiğini fark ettiğinde ne yapacağını şaşırır.Ne dese uçma isteğinden vazgeçmeyen Erik ile uğraşırken aslında daha büyük bir sorunları olduğunu fark eder.

Küresel ısınma nedeni ile eriyen buzullar parçalanmaya ve kutup şekil değiştirmeye başlar.Uzaklardan kopan bir büyük buzul parçası Gloria ve diğerlerinin bulunduğu bölgeye çarpar ve tüm penduenleri iki büyük buzulun tam ortasında bırakır.Çıkış yolu bulamayan penguenler aç kalma tehlikesi ile karşı karşıyadırlar.

Tepelerinde onların ölümünü bekleyen yırtıcı kuşların da pek heves açıcı olmadığı kesindir.Moral açısından da yıkılan penguenlerin şimdi tek şansları vardır Mumble.Mumble sayesinde birleşen diğer penguenler onları kurtarmaya çalışacaklardır.Bu sırada da Mumble oğlu Erik ile arasını düzeltmelidir.

Bu hikayede bir de ek olarak iki krill (karides)'in hikayesini de izliyoruz.Bir nevi yan hikaye gibi.Olaylar olurken onlarda orada oluyorlar ancak o kadar minikler ki,pek katkıları olmuyor denilebilir.
Kısaca açıklamak gerekirse,Will ve Bill krill sürürlerinden ayrılıp hayatlarını değiştirmeye çalışıyorlar.Yani Will değiştiriyor,Bill yalnızca isteksizce yanında bulunuyor diyebiliriz.

Küçük ve genel konuyla ilgili olmasalarda,animasyonun kendisinden daha komik olmuşlar bile diyebiliriz.Hatta "Ben artık yemek olmayacağım,ben de etcil olup birilerini yiyeceğim." felsefeleri süper komikti. :))

Sonuç olarak,harika bir animasyon daha izleyeceksiniz.Yorum kısmını çok uzatmama gerek yok.Aslında konusunu yazarken aralarına eklediklerim fikrimi genel olarak belirtiyor.
Tavsiyemdir...


Happy Feet


 
Yapım : 2006
Tür: Comedy / Animation / Family
İMDb Puanı : 6,5
Queen's Review : 9 / 10




Happy Feet gerçekten eğlenceli animasyonlardan biri.KArakterler harika olmuş.Özellikle de Ramon beni benden aldı :D
Gerçi onu seslendiren Robin Williams ama.O adam baaşka ya.

Neyse.Bu kez yorumu sona saklayıp hemencecik konusuna geçmek istiyorum.

* İ-P : İmparator Penguenleri *


Bu animasyonda İmparator Penguenlerin (İ-P) dünyasına giriş yapıyoruz.Happy Feet bize İmparator Penguenlerinin kendilerini şarkı söyleyerek ifade ettiklerini anlatıyor.Tüm İ-P'leri şarkı söylemede süper bir yetenekle doğarken Mumble,harika seslere sahip bir anne babadan olmasına rağmen,bir ilk olarak dans etme yeteneği ile doğar.Bunun sebeblerinden biri de babasının onu yumurta iken düşürmesidir.

İlk yumurtadan çıkışında herkesi hayretler içinde bırakır.Ve dans etmeye başlar.Babası bu durumdan hiç ama hiç memnun değildir.

Annesi avlanmadan geri döndüğünde şaşırır ancak yumurtayı düşürme olayından habersiz olduğu için kocasını suçlamadan oğlunu olduğu gibi kabul eder.

Ancak herkes annesi kadar kabul edici bir doğaya sahip değildir.Neredeyse tüm İ-P'leri Mumble'ı dışlarlar,Gloria dışında.Gloria müthiş bir sese sahiptir.Ve çok akıllıdır.Mumble daha onu gördüğü anda aşık olmuştur.

Sonraları ailesinden uzaklaşan Mumble farklı tür penguenlerin arasına girer.Orada tanışdığı 5 penguenle hemen arkadaş olurlar.Mumble hep penguenlerden çok daha fazlası olduğuna inanıyordur.Yiyecek azalmasına neden olanın da bu insanlar olduğuna inanır.Durmadan onlara derdini anlatmaya çalışır.Ve bir şekilde gerçekten de insanlar ile iletişime geçer.Ve sonrasını izleyip görün diyorum.





Aslen güzel,eğlenceli olduğu kadar da izleyiciyi düşündüren bir animasyon Happy Feet.Kutuplara neler yaptığımızı,hatta ve hatta yalnızca oraya değil tüm doğanın dengesine olan etkimizi düşündürten bir animasyon.Kesinlikle izleyin.Çocuklarınıza,kardeşlerinize,anne babanıza izlettirin.
Çok etkilenecek ve bu sırada da çok eğleneceksiniz...

6 Şubat 2014 Perşembe

The Smurfs 2




 Yapım : 2013
Tür: Animation / Comedy / Family
İMDb Puanı : 5,4
Queen's Review : 4 / 10


Ah...The Smurfs...

Çizgifilm halini her zaman sevmişimdir.Çocukken en sevdiklerimdendi.Kesinlikle Bugs Bunny'i geçemez tabi.

Ancak bu serinin ilk filmini de beğenmemiştim ben ve malesef bu
nu da öyle bayılarak izlediğimi söyleyemeyeceğim.

İnsanlarla animasyonlar bir arada olmuyor kardeşim ya.

Özellikle de o Gargamel! Aghh...
Evet çizgifilmdeki Gargamel'e çok benzetmişler ve Hank Azaria'nın oyunculuğuna da lafım yok ama olmamış işte,ne bileyim.
 Olumsuz yönlerinden oluşan epey uzun paragrafa girmeden kısacık olumlu düşüncelerimi de bildireyim.
Animasyonunu beğendim.Açıkçası direkt animasyon olsaymış daha çok sevk alabilirmişim gibi geliyor. Sanırım olumlu düşüncelerim bu kadar :)


İlk filminde de aynı duyguları hissetmiştim dediğim gibi,şimdi soracaksınız ki "Madem diğerini
beğenmedin,neden bunu da izledin?" Vallahi bunu sırf sizin için eleştireyim diye izledim.Bir de çok sevdiğim yeğenim çok ballandırarak anlattı bir de üstüne çocukluk arkadaşım da çok beğendiğini,serinin ilk filminden daha güzel olduğunu söyleyince dayanamadım,izledim.Ama benim fikrim öyle kolay kolay değişmez.

Ha evet ilk filminden belki bir parçacık daha eğlenceliydi,doğru,ama hala 'süper bir film.Her anını gülerek geçirdim.' gibi bir şey söyleyemem.Film bittiğinde üzerimden yük kalktı,o derece.Tavsiye eder miyim? İlk filmden hoşlandıysanız kesinlikle.Ancak ilk kez izleyecekler için öncelikle serinin başını izleyin derim.Kesinlikle beğeneceksiniz ise asla diyemem.Çünkü şahsenberbat diyemesem de beğenmedim.

Konusuna ise çok kısacık değineceğim.Yorumu gereksiz yere uzatmaya lüzum yok.

Şirinler çizgifilminde hepimizin çok iyi bildiği Şirine üzerinde dönüyor film.Şirinleri kötüye sürüklesin diye Gargamel tarafından yaratılan şirine sonra Şirin Baba'nın gizli formülü sayesinde mavileşiyor ve bir Şirin haline geliyor.Ancak kendini hiçbir zaman tamamen Şirin hissedemeyen Şirine,doğum gününde herkes ona sürpriz hazırlarken ve unutmuş numarası yaparken kendini iyice dışlanmış hissediyor.Ve Gargamel ise bu sırada ilk filmde gerçek dünyada kalmıştı ya hani,artık çok ünlü bir sihirbaz olmuş.Ve kendine Şirine gibi iki tane daha 'Yaramaz' dediği Şirin yaratmış.Vexy ve Hackus.Şirin Özü almak için yeni şirinler yaratmak isteyen Gargamel Şirineyi kaçırıp ondan 'Naughty'leri Şirinler'e çeviren gizli formülü almak istemektedir.Ve kaçırılan Şirine'nin peşinden giden Şirin Baba ve diğerleri,onu kurtarmaya çalışacaklardır.Tabi ki ilk filmde tanıştığımız iki insan Grace ve Patrick'in yardımı ile...

Surf's Up

Yapım : 2007
Tür: Animation / Comedy / Family
İMDb Puanı : 6,8
Queen's Review : 8 / 10


İzlediğim en değişik animasyonlardandı.Hiç biyografi kıvamında bir animasyon izlememiştim vallahi.Ama pek keyifli oluyormuş meğer.

Yaratılan karakterler çok sevimli ve komik.İzlerken başta emin olamadım ancak sonlara doğru favori animasyonlarım arasındaki yerini aldı.Söylemeliyim ki son dakikada girmesine rağmen oldukça iyi bir sırada :)

Yani tavsiye eder miyim? Evet...

Konusuna değinelim hemen.

Cody Maverick bir surfçü penguendir.Onun bir nevi biyagrafisi yapılıyordur.Biz kamera arkalarını ve çekimleri izliyoruz.Cody diğer penguenler gibi iri değildir.Özellikle kardeşi kadar.Tabiri caizse o ailedeki 'küçük yumurta'dır.

 Bu durumdan hiç de memnun olmayan Cody küçükkken onların bölgelerine bir sörfçü gelir,Big Z,ve ona 'Z' yazan kolyesinden vererek çok büyük işler başaracağı gibi bir şeyler öyler.Bu bizim mutsuz Cody için bir nevi hayat amacı haline gelir.Ve tıpkı idolü Big Z gibi sörfçü olmak ister.Ancak bunda berbattır.

Kendi alanlarındaki tek sörfçü olan Cody,abisi ve diğer penguenler tarafından ezilir.Babası da olmayan Cody'e dester verecek tek kişi annesi kalmıştır.Sonra Cody gibi sörfçülerin alanı olan bir adaya gitmek için seçilen Cody oraya giderken çok büyük hayaller kurmuştur.Ancak oraya vardığında işlerin yalnızca istemekten oluşmayacağını fark eder.


O ada Cody için bir çok şeyin ilki olacakır.İlk aşkı tadacak,hiç ummadığı biri tarafından eğitilecek,çok yakın arkadaşlar hatta hayranlar elde edecektir.

Biz de tüm bunları süper bir espiri anlayışı ile senaryolaştırılmış bir şekilde izleyeceğiz.Aynı zamanda Cody'nin biyagrafisini tabi :)


4 Şubat 2014 Salı

The Roommate


Yapım : 2011
Tür: Drama / Horror / Thriller
İMDb Puanı : 4,8
Queen's Review : 5 / 10

Aslen beğendim.Ancak fragmanını izlerken daha gergin bir film olacağını düşünmüştüm ne yalan söyleyeyim.Pek de gerilmedin yahut heyecanlanmadım ben.

Biraz acıklı bir filmdi bence.Kızın adına üzüldüm.Aslında ikisinin adına da.Biri hasta bir kız ve anladığım kadarıyla arkadaşsız,diğeri de popüler ve oldukça güzel bir kız ancak çok talihsiz.En azından oda arkadaşı konusunda.Düşünsenize,o kadar insanın içinden sana pisikopat düşsün! :D

Yani kısaca konusuna geçmeden evvel diyebilirim ki izlemesi eğlenceli bir filmdi.Belki korkup gerilmeyebilirsiniz ama keyifli bir zaman geçireceğinize eminim.

Yeni üniversiteye başlayan Sara yeni oda arkadaşı Rebecca ile tanışır ve onun oldukça zengin ve aslen iyi bir kız olduğunu düşünür.İkisi yalnızken epey eğlenirler ancak Sara yeni arkadaşlar edindikçe Rebecca tuhaflaşır.

Hatta diğer arkadaşlarından Rebrecca'nın onları tehdit ettiği bile kulağına gelir.Ancak sorduğunda Rebecca çok doğal davranır ve yalan söylediklerini söyler.Sara ona inanır ve konuyu kapatır ve hayatının hatasını yapar bir nevi.
Yalnızca yeni arkadaşlar değil aynı zamanda bir erkek arkadaş da edinen Sara artık iyice sosyalleye başlamıştır ve Rebecca bundan hiç memnun değildir.

Aslen konudan evvel karakterleri biraz anlatmam gerekirdi ancak şimdi anlatsam da olur diye düşünüyorum :)

Sara'nın ablası ölmüştür.Ondan ve diğer herşeyden uzaklaşmak için ULA'e başvurmuştur.Hemen öncesinde erkek arkadaşından ayrılması da bir etkendir tabi.Tüm bunlarla beraber Sara bir nevi evden uzaklaşma gereği duyan biri haline gelmiştir.

Rebecca ise tabiri caizse para içinde yüzen bir kızdır.Ancak pisikolojik olarak rahatsız bir kızdır.Tüm hayatı oyunca kendisini hep tek bir kişiye adama üzerine kurulu arkadaşlıklar yaşamış ve dolayısıyla da karşı tarafı ürkütüp kendinden daima kaçıran taraf olmuştur.
ULA'a geldiğinde oda arkadaşının arkadaş canlısı tavırlarından çok hoşlanır ve her zaman yaptığı gibi onu benimser ve yalnızca kendisinin olsun ister.

Bence burada çok yalnız kalmış bir kızın dramasını da izlemiş oluyoruz.Evet bunu doğal ol
arak kimse anlamıyor filmde,en azındna o gözle bakmıyorlar,ancak bence öyle...

Filme tek eleştirim şudur: "Kediciği neden öldürttünüz yahu?!! Sokağa da salabilirdi yani :("
:( Unutulmayacaksın :(

İzlemesi keyifli bir film.Kedili kısım hariç!

İzlemezseniz çok şey kaçırırsınız diyebileceğim bir film olmasa da izlemenizi tavsiye edebileceğim katagoriye giren filmlerden oldu...

Sara'nın bu şapkasınına bayıldım ya.Kendime de alayım diye çok aradım ancak henüz bulabilmiş değilim. :(

Fright Night 2 : New Blood


Yapım : 2013
Tür: Comedy / Horror / Thriller
İMDb Puanı : 4,2

Queen's Review : 3 / 10


Kesinlikle ilk filminin yanından bile geçmiyor!

Büyük bir beklentiyle başladım ve elimde patladı.Filme neredeyse resmi olarak berbat diyebilirim.

Oyuncular hiç olmamış (Kontes Dracula hariç) hiçbirini sevemedim.Bir filmde de ana karakterlerden hoşlanmayınca koca film anlamını yitirir biliyorsunuz ki.

Konusunu falan anlatayım diyeceğim ama inanın konusuyla filmin kalitesi arasında dağlar yollar var.

Öncelikle bu filmde Draculayı izliyoruz.Ancak Kont Dracula değil de Kontes Dracula...

Filmimiz Romanya'da geçiyor.Üniversitede profesör olan Gerri Dandridge aslında Kontes Dracula'dır.Üniversite için gelen bir grup lise öğrencisi içinden Charley Kontes'in birini öldürüşüne şahit olur ve sonraları bir çok şeye ve Kontes tarafından fark edilir.

Charley'nin oda arkadaşı olan "Evil" Ed'e her şeyi anlatır ve Ed'de vampirler konusunda oldukça bilgilidir.En sevdiği program Fright Night'dır.Programın sunucusu da yeni bölüm çekimi için ülkede olduğunu öğrenirler ve ona yardıma giderler.

Charley'nin küs olduğu sevgilisi de işin içine girer ve bir şekilde işler karışır.AslenKontes yıllar boyunca onu gün ışığına çıkarabilecek olan bakire'yi aramaktadır.Şöyle ki ; Kontes Dracula'nın gün ışığına çıkmasını salayacak bir bakire kız vardır ancak onu yıllardır arayan Kontes milyarlarca insan öldürmüş ancak o kızı bulamamıştır.Yüz yıllar boyunca genç kalmak için insan kanını kullanan Kontes sonunda o bakireyi bulur ancak işler bundan daha karışıktır.Gün ışığında yürüyebilmesi için yalnızca bakire yetmeyecektir.

Ah...Bazen filmlerin konularını anlatırken onları olduklarından daha çekici hale getirdiğimi düşünüyorum. :D

İnanın konusu kadar ilgi çekici bir film yapmış olsalardı eminim film kat be kat güzel olurdu.Yani bir insan bir konuyu bu kadar kötü bir şekilde senaryolaştırır.Senarist Matt Vanne , duy sesimi! Yani bundan daha kötüsü olamazdı.

Görüntüler hoş değil,karakterler resmen geçiştirilerek yazılmış,konunun gidişatını takip edemiyorsunuz.Bence kesinlikle boşa emek ve bütçe harcanan bir film olmuş.Bazen bu paraları bir hayır kurumuna bağışlasalar daha yerinde olurdu diye düşündüğüm filmler oluyor malesef bu da onlardan biri.


Halbuki ilk film ne kadar da güzeldi.Yazık.Seriye hakaret oluyor yav.Güzel bir şekilde yapamayacaksınız hiç yapmayın arkadaşım yahu,bırakın seri olmasınitek kalsın.Güzel kalsın...


21 Ocak 2014 Salı

The Hunger Games


Yapım : 2012
Tür: Advanture / Sci-Fi / Thriller
İMDb Puanı : 7,3
Queen's Review : 10 / 10


Suznne Collins'in yarattığı 3 kitaplık seriden sinemaya uyarlanan The Hunger Games (Açlık Oyunları) çok başarılı bir yapım.Sinemaya uyarlanan br çok filmde izleyiciler ve hayranlar hayal kırıklığına uğruyor.Senaristlerin mahvettiği çok güzel kitaplar gördük hepimiz.Ancak şükür ki The Hunger Games'e bunu yapamamışlar.


Film baştan sona bir harikaydı.İlk sinemada izlediğimde tam olarak hayal ettiğim gibi olduğunu düşündüm.Yalnız oyuncu kadrosu için bir iki laf etmek gerek diye düşünüyorum.Katniss Everdeen rolü Jennifer Lawrence tarafından çok güzel bir şekilde canlandırılmış olsa da Peeta Mellark rolüne Josh Hutcherson hiç olmamış.Kitapta Peeta'yı çok daha sevimli bir çocuk olarak hayal etmiştim.Ve film ilk çıktığında bir çok hayranda benimle aynı fikri beyan etmişti.Ama ne yapalım  çocuk seçilmiş bir kere.Bize de izlemekten başka bir şey düşmez.


Görsellik açısından seyirciyi ve özellikle fan'ları doyuran bir film olmuş The Hunger Games.Filmde kitaptan alınan ve başarılı bir şekilde yansıtılan çok sahne vardı.Rue ile Katniss'in ilişkisinin içtenliğini tam anlatamamış olduğunu düşünsem de kitabını okumadan izleyenler için yeterliydi.Yani fanları değilse de izleyici tatmin ettiğini düşünüyorum.En azından Rue'nun ölümü yeteri kadar etki bırakabildi.

Ben o bölmü okuduğumda çok ağlamıştım.Ancak son kitabın sonlarına doğru olanlar beni üç gün sürecek bir bunalıma sürüklemişti.Şuan her ne kadar filmin eleştirisini yapıyor olsam da kitaplarını okumadan geçmeyin demek zorunda hissediyorum kendimi.Çünkü kaçırılmaması gereken serilerden biri.Filminin çıkmasını beklemeden Katniss'in yolculuğuna şahit olun derim.

Rue'ya geri dönersek,ölümünden sonra Katniss'in işareti ve sonrasında gelen özgürlük arayışı serinin konusunu oluşturuyor çünkü.Bir nevi dönüm noktası.

Yorumumu konusuna kısaca değinerek bitireceğim.O zaman Rue'nun nasıl bri önem taşıdığını daha net anlamış olacksınız.

13 mıntıkadan oluşan Panem diye bir ütopik şehirdeyiz.1. mıntıka başkent.Capitol.2. ve 3. mıntıkalar da bir nevi Capitol'ün yan kolları gibiler.Mıntıka numaraları büyüdükçe içerisindeki halk da fakirliyor.Her mıntıkanın kendine ait bir işi,görevi var.Bizim Katniss 12. mıntıkada yaıyor.Ve o mıntıkanın işi madenden kömür çıkartmak.Ve asla birbirleriyle görüşmüyorlar.Kimse kendi mıntıkasının dışına çıkamıyor.Bir nevi kendi hallerinde Capitol ve diğer iki mıntıka için gönüllü çalışan köle gibiler bence.Ancak sonra
13. Mıntıkada bir isyan çıkıyor ve Capitol orayı savaşta yerle bir ediyor.Sonra insanlar bir daha cesaret edip de yeniden isyan edemesinler diye bir nevi bir gövde gösterisini,korkutma politikasını temsil eden bir 'oyun' ortaya çıkartıyor Capitol.Oyunun adı da The Hunger Games (Açlık Oyunları).



Oyunun açıklaması ise şu;her mıntıkadan biri erkek biri kız 2 çocuk/genç seçiliyor ve bu seçilen çocuk/gençleri bir araya getirip ölümcül bir oyuna tabi tutuyorlar.Birbirlerini öldürdükleri bu alanda en son hayatta kalan ömür boyu üne ve paraya kavuşuyor.Ancak oyuna seçilme şeklinin de nasıl olduğunu söyleyelim.Oyuncular mıntıkadaki 12 ila 18 yaş aralığında olan tüm çocuk/gençlerin adının yazılı olduğu bir tabiri caizse kavanozdan seçiliyor.12'den 18'e kadar her yıl her gencin adı 2'ye 3'e katlanarak artıyor.Yani 24 yaşına geldiğinde kavanozdaki isminin yazılı olduğu kağıt sayısı 6-8'i buluyor.Tabi bir de ismini daha fazla yemek karşılığı için ekstradan yazdırabiliyorsun.Ve sonra bu seçilen 'Haraçlar' televizyonda canlı bir şekilde ölümüne savaşıyorlar ve izlemek zorunlu.Ayrıca düşük mıntıkalara televizyonun geldiği tek dönem de yılın bu dönemi oluyor.

Şimdi The Hunger Games'i çözdüğümüze göre Katniss'in dahil olduğu konuya gelelim.Katniss 12. mıntıkada yaşayan bir kızdır.Babası bir maden kazasında ölmüş,annesi de bundan sonra bunalıma girmiştir.Kız kardeşi olan Primrose'a Katniss sahip çıkmış ve babasının devletten gizli yaptığı avcılığa artık o devam etmektedir ailesini doyurmak için.Bir gün böyle ir açlık ve fakirlik döneminde fırının önünden geçerken ekmek kokusunu duyar.Ancak fırıncının karısı onu kovar.Katniss de bir ağaç altında ağlarken fırıncının oğlu 'Peeta' sırf ona ekmek atabilmek için ekmekleri yakar ve annesinden dayak yiyerek ekmekleri atmaya dışarı çıkar.Kimseye göstermeden bir tanesini Katniss'e verir ve bundan sonra birbirlerine farkında olmadan aşık olurlar.Sonraki yıllarda hiç görüşmezler ancak Peeta'nın ona olan duygularında eksilme yoktur.Bu yıllar içerisinde aynı kendi gibi avcılık yapan ve ailenin sorumluluğunu üstlenen biriyle tanışır Katniss.Gale.Sonra Açlık Oyunları'nın zamanı gelir ve ilk kez adı yazılacak olan kız kardeşi korkuyordur.Ve korktuğu gerçekleşir.Primrose Açlık Oyunları'na seçilir.Kardeşini yollamayan Katniss,12. mıntıkada bir ilki gerçekleştirir ve gönüllü olur.Kısmet bu ya erkek haraç olarak da Peeta Mellark seçilir.Ve ikisi kasabalarındaki tek 'Galip' olan Haymitch'in akıl hocalığında ölümüne bir oyun olan The Hunger Games'e doğru yola çıkarlar.Capitol'e vardıklarında kendi hayatlarından çok daha farklı şeyler görürler.Kendi insanları açlıktan kıvranırken Capitol'de insanlar daha çok yemek tadabilmek için yediklerini kusuyorlardır.Rengarenk makyajlariten renkleri ve kıyafetler.Aşırı süsler ve lüks ile karşılaşırlar.
Sonra oyunlara hazırlanmak için ona bir stilist verilir.Çünkü oyunda hayatta kalmanın en büyük yolu zenginlerin seni beğenmesi ve sana sponsor olup oyunda sana ihtiyaçlarını yollamalarından geçiyordur.Mesleğinde yeni olan Cinna en düşük seviye olan 12. mıntıkaya verilir.Ancak bir  harikalar yaratır ve Katniss için çok önemli biri haline gelir.Çalışma odasına girdiklerinde zengin olan ilk 3 mıntıkanın gençlerini özellikle bu oyun için eğittiğini görürler.Onlara 'Kariyer' deniyor.Orada tanıştığı küçük Rue'yu kardeşine benzeten Katniss onunla daha ilk anda bir bağ oluşturur.Ve avlanırken ustalaştığı yay ve ok'ta iyice alıştırma yaptıktan sonra oyunlara doğru yola çıkarlar....

18 Ocak 2014 Cumartesi

Bonnie & Clyde

Yapım : 2013
Tür: Crime / Drama / Biography
İMDb Puanı : 6,4
Queen's Review : 10 / 5


Mini Dizi olarak ekranlara gelen Bonnie & Clyde hepimizin bildiği,yıllar içerisinde dizileri de yapılmış bir suçlu çifti konu alıyor.

Aslen diziyi bir filmmiş gibi izlemeye başladım.İzlerken keyif aldım ancak umduğumu da henüz verebilmiş değil aslen.O nedenle notum 10 / 5.

Görsellik bakımından tatmin edici bulmasam da Bonnie'yi canlandıran Holliday Grainger'a hayran olmadan edemedim.Çok güzel bir kadın ve aynı zamanda oyunculuğunu da beğendim.

Konusunu anlatayım desem saçma olacak olacak,çünkü Bonnie ve Clyde çiftini aşağı yukarı herkes bilir diye düşünüyorum amma bilmeme ihtimali olanlar için kısaca üstünden geçelim diyorum.Ancak yalnızca bu dizinin şimdiye dek çıkmş bölümlerinden oluşan bir özet olacak bu.Gerçek Bonnie ve Clyde'ın hikayesini baştan sona yazmayacağım.

Clyde Teksas doğumlu bir çocktur.Baştan abisi ile tavuk çalmak gibi küçük hırsızlıklar yapmış ancak sonra işi büyütüp bir banka soymuşlardır.Bu soygun sırasında abisi tutuklanmıştır.

Küçükken ölümden dönmesinin ardından gelecekten küçük parçalar olduğunu düşündüğü görüyordur.Ve ilk gördüğü Bonnie'dir.Başta küçükken onu melek sannetmiştir.Ama sonra şans eseri Bonnie'nin düğününe katılıp onu gçrdüğünde hemen aşık olur.

Yıllar sonra Bonnie'nin kocası onu terk etmiştir ve film yıldızı olma hayalleri de suya düşmektedir.Bir gün Clyde Bonnie'nin evinin kapısına dayanır ve onu dışarı çıkarmayı teklif eder.Kabul eden Bonnie Clyde'ın o gece tutuklanması ile ondan daha da hoşlanır ve onu hapisten kaçırır.Sonraları birlikte banka soymaya başlarlar ve Bonnie gazetlerde yalnızca Clyde'ın adının geçmesinden memnnun değildir.


Original Clyde & Bonnie
 Bir gazete muhabirinin evine girer ve ona adını soy adını söyler.
Soygunlara Clyde'ın zoruyla katılmadığını ve onun da en az Clyde kadar suçlu olduğunu iyice açıklar ve evi terk eder.Sonra yakalanan Bonnie harika bir oyunculukla tüm jüriyi ve yargıcı kandırır.Sonunda yeniden Clyde'a döner ve bir soygun esnasında biri öldürülür.Yanlarına aldıkları 3. suç ortağı bir adamı vurur.Ancak Clyde ve Bonnie daha bilinen suçlular oldukları için suç onların üstüne kalır.Bonnie baştan buna çok üzülmüşse de sonra gazete haberlerinde Bonnie & Clyde olarak geçmelerinden memnun bir şekilde hatıra defterine gazete küpürleri yapıştırmaya devam eder...

Aslen çok çok beğenmemiş olsam da ikilinin maceralarını nasıl yansıtacaklarını merak ettiğimden izlemeye devam edeceğim sanırım.Bence siz de bir şans verin ve bakoın bakalım beğenecek misiniz...




17 Ocak 2014 Cuma

I Spit On Your Grave

Yapım : 2010
Tür: Crime / Horror / Thriller
İMDb Puanı : 6,3
Queen's Review : 10 / 6


Bu film serinin ilk filmi.İlk izlediğim zaman çok beğenmiş ve hemen ikincisini izlemeye koyulmuştum.Ancak ikincisi o kadar güzeldi ki,ilkini gölgede bıraktı.

O açıdan bu filmi ilk izleyenlerden biraz daha farklı gözle bakıyorum bu filme ve karşılaştırmadan duramıyorum devam filmi ile.

Beynimi biraz rahatlatıp tarafsız bir şekilde eleştirmeye çalışacağım.Öncelikle başrol Jennifer Hills'i canlandıran aktrist çok güzel bir bayan.Sarah Butler.Filmdeki rol yeteneğini çok çok beğenmesem de (karşılaştırmadan edemiyorum arkadaş! 2. filmdeki kızı hatırladıkça bu çocuk oyuncağı gibi geliyor.) güzel bir filmdi.Zevk aldım izlerken.Gerilimi bol,hatta bir yerde tırnak yediğimi fark ettim.
"Such a clishé!"

Konusu ise kısaca,Jennifer bir yazardır.Kendine ormanda uzak bir ev tutar.Ancak yolda benzin almak için durduğunda 3 adamla karşılaşır ve bir tanesi onunla flört etmeye kalktığında çocukla dalga geçer ve oradan ayrılır.Gölün kenarında,güzel ve sessiz bir ev ortamı eşliğinde yazmaya başlar.Evde bazı tamir işleri çıkar ve bir tamirci çağırır.Gelen çocuk bir nevi engelli bir çocuktur.Ve yardımları için onu öper.Ancak bu çocuk,Matthew,aslında kızın eve gelirken karşılaştığı o üç adamın,Johnny,Stanly ve Andy,arkadaşıdır.Onlara Jennifer'ın kendisini öptüğünü söyler ve flört girişimine red yemiş olan Johnny ile arkadaşları dalga geçerler.Sinirlenip kızın evine girmeye karar verdiklerinde de iş değişir.

Jennifer neye uğradığını şaşırır ve tecavüze uğrar.Kaçmaya çalışır ormanda iki adama rastlar.Bunlardan biri kasabanın şerifidir.Ancak bu şerif ,şerif Storch,diğerleri gibi değildir malesef.Ve kızı geri getirir.Kız tecavüze uğramaya devam eder ve en sonunda onlar onu öldüremeden kaçar.Sonra intikam için geri döner.

 Film güzeldi.Ancak biraz clishé idi malesef.Ancak izlemesi keyifli bir gerilim filmi olabilir kesinlikle.

Çünkü heyecan veren ve gerçekten gözünüzü ekrandan ayıramadığınız sahneleri var.

Tavsiyemdir...

I Spit On Your Grave 2

Yapım : 2013
Tür: Crime / Horror / Thriller
İMDb Puanı :5,6
Queen's Review : 10 /10 

Bence türünün en iyilerinden olan bir filmdi.Başrolü canlandıran aktrist Jemma Dallender mükemmel bir performans sergilemiş.Bu filmden önce kendisini hiç izlememiş olsam da,bu filmdeki performansı kendisinin hayranı olmama yetti.
 Şahsen film ve dizilerdeki ağlama sahnelerinin inandırıcılığınun başarı oranının çok düşük olduğuna inananlardanım.Gerçekten ağlayabilen çok az aktör/aktristvar bana göre.Ancak bu filmdeki ağlama sahneleri ve acı sahneleri süperdi.O denli inandırıcıydı ki bir yerden sonra durup hıçkırarak ağladım kızcağıza.Cidden.
Filmin konusu beni çok etkiledi açıkçası.Ben de üniversite sayesinde kendi başıma yaşama evrelerinde hep bunun başıma gelmesinden korkan bir kızdım.O açıdan bu film benim kabusumun perdeye yansıtılmış hali gibiydi.Ve biliyoruz ki bir çok kızcağızın da başına gelmiş/geliyor bile hatta şu anda.Düşüncesi bile tüyler ürpertici.

Konusunu ise şöyle kısaca açıklayacağım çünkü cidden üzücü.Katie model olmaya çalışan bir kızdır.Kendisi de çok güzel bir kız.Ancak ajansı ona daha güzel bir portfolyo oluşturması için daha güzel bir fotoğrafçı bulması gerektiğini söylerler.Ancak bu fotoğrafçılar oldukça pahalıdır ancak iş çıkışı bir gün Katie,şans bu ya,bir fotoğrafçının ücretsiz fotoğraf ilanını görür.Orayı arar ve gider.Üç kardeş olan Georgy,Ivan ve Nicholay ile tanışır.Fotoğrafını çekmek için soyunmasını ya da daha açık şekilde pozlar vermesini istemeleri üzerine Katie orayı terk eder.Ancak kardeşlerin en küçüğü olan Georgy,kıza aşık olur ve evine girer.Ona tecavüz eder ve kızın hoşlandığı çocuğu öldürür gözleri önünde.Sonra kardeşlerini arar ve onlar gelince kıza uyuşturucu verip onu bayıltırlar.Kız gözünü bir bodrum katında çırıl çıplak bir halde açar.


Katie elektro şok sahnesi
Sonrasında işler karışır ve bir şekilde oradan uzaklaştığında kendini Bulgaristan'da bulur.Fakat uzaklaşamadan yeniden yakalanır ve yeniden tecavüze uğrar.Ancak bu sefer yalnızca tecavüz değil o esnada yediği elektro şoklar yüzünden neredeyse bayılır.Sonra neredeyse ölüm döşeğindeyken dayak yer ve canlı canlı gömülür.Oradan şans eseri kurtulur ve öc almak için geri döner.

Ben böyle kısaca açıklarken bile ne kadar dehşet dolu bir senaryo olduğu anlaşılıyor.Ki bir de bunu inanılmaz bir oyunculuk sergileyen bir aktrist ile çok daha uzun ve detaylıca izlediğinizi düşünün.

Kızın elektro şok sahnelerindeki oyunculuğunu hiç unutmayacağım hayatım boyunca.Resmen damarları kopuncaya kadar bağırdı,ağladı,yalvardı ve acı çekti.Ve ben bunu tamamen hissettim.Ağlamaktan gözlerim pörtledi.Kendimi o kadar kötü hissettim ki kalktım bir süre filmden uzaklaştım.

Ancak geri dönüşü bir harika oldu!
Uzun süren iyileşme evresinde de neler olduğunu gösteriyor filmde.Dedim ya mükemmel! Dier filmler gibi hemen geri dönmedi Katie,lağamdan su içti,gizli bir yer bulup yiyecek çaldı vs vs...Daha fazla spoiler vermeyeyim neredeyse filmi anlattım.Sonunda geri döndü ve hepsinden hak ettikleri şekilde öcünü aldı.
Ben zaten kinci bir insanımdır ve daima okuduğum kitaplarda ve izlediğim filmlerde de kadın karakterin güçlü olmasını isterim.Sanırım Katie benim favori kurgusal karakterim oldu o kadar izlediğim filmler içinden.

Kesinlikle izleyin.Kızlara 'hiçbir şeyden korkmayın' diyen insanlar olduğunu biliyorum ancak bazen korkup eve kapanmak değilse de en azından bilip tedbirli olmak daha iyidir diye düşünüyorum ben.Çünkü dışarıda,gerçek hayatta da böyle şeyler hergün gerçekleşiyor.Bilinçli olalım ve kendimizi koruyalım istiyorum.Bir şeylere atılmadan evvel oturup iyice düşünelim.

O neden kızlar,kesinlikle izleyin derim.Hayat değiştiren bir film...

The Perks Of Being A Wallflower

Yapım : 2012
Tür: Drama / Romance
İMDb Puanı : 8,1

Queen's Review : 10 /10

Yıllar geçip bir kült oluşturan filmlerden olacak bu film kesin.

Bir 'Breakfast Club' olacak insanlar için.

Hayatımda bu kadar eğlendiğim ve gülümseyip,ağladığım film izlememiştim neredeyse.Müzikleriyle,konusuyla,sinemaya yansıtılıış şekliyle olsun br numaraydı bence.


Aslen kitabı ilk çıktığında epey tereddüt etmiş ve alıp okumamıştım.Ancak kitabı da filminin güzelliğinin yarısı kadarsa 'absolutely' okuma listeme eklenmiştir.

Ki zaten genllikle kitapları filmlerinden çok daha güzel olur her zaman.O nedenle büyük umutlarım var.

Konusuna kısaca değineyim diyeceğim ama izlemelisiniz tam olarak izlemek için.Kısaca şöyle,Charlie(logan Lerman) sorunları olan bir çocuk.Geçmişinde yaşanan bazı olaylar nedeniyle yaralı bir çocuk aslında daha çok.Sam(Emma Watson) ve Patrick(Ezra Miller) lise son sınıf öğrencileri ve üvey kardeşler.Birbirleriyle süper bir uyumları var.Ve Charlie'yi de yanlarına alıyor ve arkadaş oluyorlar.Ancak Charlie Sam'e aşık oluyor.Sam ise lisenin ilk yıllarında kötü davranışlarda bulunmuş ancak şimdi ünniversiteye girebilmeye çalışan bir kız.Patrick ise daha karmaşık bir karakter.Patrick bir gay.Ancak sevdiği çocuk gay olduğunu kimseye anlatmayan bir çocuk.Lisede Amerikan Futbolu oynayan Brad,Patrick ile birlikteyken çok iyi biri,okula döndüklerinde de bir jerk!

Kısaca okulu atlatmaya çalışan,arkadaşsız ve bunalımda olan bir çocuğun ruhen kendini bulamamış bir kız ve onun kalbindeki acıyı vurdumduymazlıkla dışarı vuran üvey kardeşinin hikayesi.Hepsi bir şekilde birbirlerini iyileştiriyorlar.

Ancak ben açıkçası Patrick ile Sam'in uyumuna bayıldım.Filmi çok eğlenceli hale getiriyor Patrick.Hep bir yaramazlık,bir haylazlık peşinde.Ve oldukça akıllı bir çocuk.Charlie'nin ise derin kişiliği beni büyüledi açıkçası.Sam ise çok güzel bir kız ve kesinlikle harika bir müzik kulağı var.Özellikle okul balosunda Patrick ile yaptığı dans harika.

'Come on Eileen' şarkısını duyduğum ilk yer oldu bu dans sahnesi. Ve şuan durmadan dinliyorum.
 Filmin replikleri bir harika.Her birinden etkilendim.Açıkçası filmi açtığımda başka bir insandım ve kapattığımda başka bir insan.Özellikle araba sahnesi çok güzeldi.Kısaca açıklarsam eğer,Sam bazen Patrick'in kamyonetinin arkasında ayağa kalkıyor ve tünele girerken hava yüzüne buruyor.Charlie de arabadayken yaptıklarında radyoda bir şarkı çalıyor adını bilmedikleri.En son sahnede o şarkıyı buluyorlar. Şarkı da David Bowie'nin 'Heroes' şarkısı bu arada.Buldukları gün Charlie tünele girerken ayakta duruyor ve film bitiyor...

Çok duygu yüklü,çok düzgün,çok anlamlı bir filmdi The Perks Of Being A Wallflower.Uzun süredir içinde hiçbir gereksiz açıklık/saçıklık bulunmayan,eski filmleri izlerken algıladığımız o tadı seyirciye verebilmeyi başarmış yakın zamanın ender fimlerinden.Kesinlikle izleyin.


Sam Patrick'in arabasında tünele girerken.